İMANIN   ŞARTLARI

 

 

             3.ŞART:KİTAPLARA İNANMAK

 
Semâvî kitaplara inanmak .
Âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ, insanların, dünyevî ve uhrevî saâdetlerini temin etmeleri için, peygamberleri vâsıtasıyla bir takım kitaplar göndermiştir. Bunlara ilâhî kitap veya semâvî kitap denilir. Semâvî kitapların tamamına inanmak bizim için farzdır. Hepsi de Allah Teâlânın kelâm sıfatının tezâhürü ve vahiydir.
Vahiy; Allah ile peygamberi arasında cereyan eden konuşmadır. Allahtan vahiy alma hâdisesine ashâb-ı kiram şâhit olmuşlardır. Vahiy alma hâli geçince de, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimizden onu dinleyerek yazmışlar ve ezberlemişlerdir. Böylece bugünkü elimizde bulunan Kurân-ı Kerim meydana gelmiştir.
Mevlâ-yi zûl-Celâl vel-Kemâl hazretleri, ilk insan ve ilk peygamber olan atamız Hz. Âdemden itibaren kitaplar göndermiştir. Bunlar bazan sayfalardan ibaret, bazan da elimizdeki Mushaf gibi kâmil mânâda kitaplar olarak gelmiştir.
Âdem aleyhisselâma 10 sayfa inmişti.
10 sayfa Hz. İbrâhime,
50 sayfa Hz. Şîte,
30 sayfa da Hz. İdrîse gönderilmiştir. Hepsi 100 sayfadır.
Kitaplar ise 4 adettir. Bunlardan;
Tevrat Hz. Mûsâya,
Zebûr Hz. Dâvûda,
İncil Hz. İsaya,
Kurân-ı Kerim de Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafâya gönderilmiştir (salavâtullâhi ve selâmühû aleyhim ecmaîn ve alâ Nebiyyinâ hâssa).
İlâhî kitap ve sayfaların aslı Levh-i Mahfûzdadır. Korunmuş levha mânâsına gelen bu tâbir, Kurân-ı Kerimde şöyle yer alır:
İnkârcıların yalanladıkları o kitap, hakikatte, aslı Levh-i Mahfûzda bulunan çok şerefli bir Kurandır.(1)
İmâm Gazâlî (k.s.) hazretleri bu mevzûda şunları söylemektedir:
Âlemlerin yaratılışından sonuna kadar ne olup bitecekse, Allah hepsinin kazâ ve kaderini yazmıştır. Kurân-ı Kerimde geçtiği üzere buna, bazan Levh-i Mahfûz, bazan Kitâb-i Mübîn, bazan İmâm-i Mübîn tâbir edilir. Ayrıca Levh-i Mahfûz mânâsında, Kitâb-i Müeccel, Kitâb-i Malûm, Kitâb-i Hafîz, Kitâb-i Meknûn veya Ümmül-Kitâb isimleri de kullanılmıştır.(2)
DÖRT SEMÂVÎ KİTAPTAN T E V R A T
Tevrat, İslâm itikâdına göre inanılması gereken dört İlâhî kitaptan birisidir.
Tevrat Yahûdilere tebliğ edilmek üzere Hz. Mûsâya indirilmiştir. Buna Ahd-i Atik de denilir. Tevratta İsrâiloğullarına tatbik edilmesi icap eden hükümlerin bulunduğu, Kurân-ı Kerimde şöyle bildirilmiştir:
Muhakkak ki Tevrâtı biz indirdik. Onda bir hidâyet (doğruya rehberlik) ve bir nûr vardı. (İsrâiloğullarından) Allâhın emrine teslim olmuş olan peygamberler, onunla Yahûdilere hükmederlerdi. Âlimler, fakihler de Allâhın kitâbını korumaya memur olmaları ve üzerine şâhit bulunmaları itibariyle (onunla hükmederlerdi). O halde (ey İsrâiloğulları, Tevrattaki âhir zaman peygamberine âit vasıfları açıklamak hususunda) insanlardan korkmayın, benden korkun. Benim âyetlerimi az bir bedel (Allah nezdinde bir sivrisineğin kanadı kadar bile değeri olmayan dünya veya dünyalık) karşılığında satmayın! Kim Allâhın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.(3)
(Yahûdiler) de Allâhın kadrini hakkıyla takdir etmediler (Onu, lâyık olacak tarzda ve gereği gibi anlayamadılar). Çünkü, Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmedi dediler. Onlara söyle ki: Öyle ise Mûsânın insanlara bir nûr ve hidâyet olarak getirdiği ve sizin de parça parça kâğıtlar hâline koyup açıkladığınız (fakat işinize gelmediği için de) çoğunu gizlediğiniz o Kitâbı kim indirdi? Sizin de atalarınızın da bilmediğiniz şeyler (Kuranda) size öğretilmiştir. (Resûlüm ey Muhammed)! Sen Allah de; sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar!(4)
Ahd-i Atîk ismiyle anılan Tevrâtın şu üç nüshası meşhur olmuştur:
1. Yahûdiler ve Protestanlarca kabul edilen İbrânice nüsha,
2. Roma ve Doğu Hıristiyan kiliselerince kabul edilen Yunanca nüsha,
3. Sâmirîlerce kabul edilen Sâmirîce nüsha.
Bu nüshalar karşılaştırıldığında, aralarındaki önemli farklar hemen göze çarpar. Bunların, uzun ve karışık Yahûdi tarihi boyunca insanlar tarafından kaleme alındığı açıkça belli olur. Nitekim Hz. Mûsâ, yaklaşık M.Ö. 13. yüzyılda yaşamış olmasına rağmen, elde bulunan en eski Tevrat nüshası M.Ö. 7. veya 10. yüzyılda yazılmış bir kitap olarak bilinir.
Bu sebeple, bizzat Yahûdi ve Hıristiyanların da kabul ettiği gerçek, Tevrâtın Hz. Mûsâya Allah katından indirilen asıl nüshanın bugün elde mevcut olmadığıdır.
SEMÂVÎ KİTAPLARDAN Z E B Û R
Zebûr, Hz. Dâvuda indirilen kitaptır. Kurân-ı Kerîmin üç yerinde Zebûr ismi geçer.
Şöyle ki:
Andolsun, Tevrâttan sonra Zebûrda da Yeryüzüne sâlih kullarım vâris olacaktır diye yazdık.(5)
Dâvûda Zebûru verdik.(6)
Dâvud aleyhisselâma indirilen Zebûr, bugün Ahd-i Atîkin içinde Mezmûrlar ismi ile zikredilmektedir. Elde müstakil bir Zebûr kitabı mevcut değildir. Bu sebeple Zebûrla alâkalı fazla bir bilgi bulunmamaktadır.
Günümüzde Yahûdi sinagoglarında veya kiliselerde söylenen ilâhiler arasında Mezmûrlara sıkça rastlanır. Ancak bu Mezmûrların Hz. Dâvuda indirilen nüshaya isnâdı kesinlik taşımaz.
Biz Müslümanlar olarak, Zebûrun Dâvûd aleyhisselâma indirilen şekil ve muhteviyâtına inanmakla mükellefiz ve ona inanırız
SEMÂVÎ KİTAPLARDAN İ N C İ L
İncil, Hz. İsaya indirilen ilâhî kitabın adıdır. Kitâbımız Kuranda gerek İsa aleyhisselâm ve gerekse İncille alâkalı geniş bilgiler bulunmaktadır. Hatta Hıristiyanların değişikliğe uğrattıkları yerler de açıklanmıştır.
Allah Teâlâ onların sapma noktalarını şöyle haber veriyor:
Andolsun ki, Allah, kesinlikle Meryemin oğlu Mesîhdir diyenler kâfir olmuşlardır. Halbuki İsa şöyle demişti: Ey İsrâiloğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allâha kulluk ediniz. Hiç şüphe yok ki Allâha ortak koşana, Allah cenneti haram kılmıştır. Onun varacağı yer (cehennem) ateş(idir). Zâlimlerin hiçbir yardımcıları da yoktur. Şüphesiz, Allah, üçün üçüncüsüdür deyip (Allâha Meryem ve İsayı da ortak edenler) kâfir olmuşlardır. Halbuki bir tek ilahtan başka ilah yoktur.(7)
Bir taraftan da Kurân-ı Kerim, Yahûdi âlimleri ile Hıristiyan râhiplerinin menfaat temin etmek için nasıl da hak-hukuk tanımadıklarını, Allah yolunda gidenlere engel olduklarını da şöyle bildirmektedir:
Ey iman edenler! Hakikaten haham ve papazlardan birçoğu, insanların mallarını haksızlıkla yiyorlar ve (onları) Allâhın yolundan çeviriyorlar.(8)
Hazret-i İsa İbrânîce konuştuğu için, İncil de onun konuştuğu dil ile gelmiştir. Ancak bugün İbrânîce bir İncil yoktur. Hıristiyanların ellerinde Ahd-i Cedîd adıyla anılan ve sekiz kişi tarafından yazılmış değişik risâleler vardır. Bunlardan dört tanesi İncil diye isimlendiriliyor. Bunlar da Matta, Markos, Luka ve Yuhannaya isnâd ediliyor. Kendi aralarında tenâkuzlarla dolu olan bu nüshaların, nerede ve ne zaman yazıldıkları da Hıristiyanlar arasında uzun süre münâkaşa mevzuu olmuştur.
Hz. İsadan 325 yıl sonra İznikte toplanan bir konsülde, binden fazla iştirakçinin hazırladığı pek çok İncil nüshaları içinden, yukarıda ismi geçen dört tanesini resmî nüsha olarak kabul etmişlerdir. Bugün Ahd-i Cedîd adını alan bu kitap, dört İncil ile bir kısım mektuplardan meydana gelmiştir. İncil ve Tevrâtın bu şekilde asıl nüshalarından mahrum oluşu ve ana noktalarda vahiyden uzaklaşması, Yahûdi ve Hıristiyan din adamlarının görüş ve yorumlarına ağırlık kazandırmıştır. Hâl böyle olunca, tabiî olarak cemiyet ve milletlerin ihtiyaçlarına cevap verebilme hususiyetlerini de kaybetmişlerdir.
SEMÂVÎ KİTAPLARIN SONUNCUSU: K U R  Â N  I K E R İ M
Fıkıh usûlüne dâir ilimler ıstılâhında, Kitap adıyla da anılan Kurân-ı Kerimin târifi şöyledir:
Allah Teâlâdan Hz. Muhammede (s.a.v.) Arapça olarak indirilmiş, ondan bize tevâtür(9) yoluyla nakledilmiş, Mushaflarda yazılı, okunması ile ibâdet edilen, beşerin benzerini getirmekten âciz kaldığı, Fâtiha sûresi ile başlayıp Nâs sûresi ile sona eren nazm-ı İlâhîdir.
Aslında Kurân-ı Mecîdin târife bile ihtiyacı yoktur. Zira Kuran denilince ne kastedildiğini hemen herkes bilir. Ancak Usûl-i fıkıh âlimleri; namazda neyin okunmasının câiz olup olmadığı, hüküm istinbâtında (ortaya koymakta) neyin kaynak sayılıp sayılmayacağı, neyi inkâr edenin küfre girip girmeyeceği belli olsun diye, Kitâbın târifi üzerinde hassâsiyetle durmuşlardır.
Kurân-ı Kerim, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimizin peygamberliği süresince, Cibrîl-i Emîn vâsıtasiyle 23 yılda, sebepleri ortaya çıktıkça peyderpey, yavaş yavaş, sûre sûre, âyet âyet tedrîcen indirilmiştir. Buna tenzîl denir. Allah Teala, Muhakkak ki O (Kuran) âlemlerin Rabbinin tenzîldir (Onun indirmesidir) (10) buyurmuştur. 13 yıl kadar süren Mekke devrinde, daha çok inançla alâkalı mevzûlar, şirkle mücâdele ve ibretli kıssalar ağırlıkta olmak üzere Kurânın üçte birinden az eksiği inmiştir. Bir de inzâll vardır ki, o da Levh-i Mahfûzdan, semâda meleklerin kıblesi olan Beytül-İzzeye (ki buna, Beytül-Mamûr da denir) topluca indirilmesidir.
Milâdî 622 yılında Mekkeden Medîneye hicret vuku bulmuş, şerî hükümlerle alâkalı âyetler daha çok orada inmiştir. Bir yandan ibâdetler, cihad, âile, mirasla alâkalı hükümler; diğer yandan da cezâ, muhâkeme usûlü, muâmelât ve devletlerarası münâsebetlerle ilgili esaslar burada nâzil olmuştur. Çünkü artık Medînede bu hükümleri tatbik edecek bir İslâm Devleti vücuda gelmiştir.
Kurân-ı Hakîm, Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.), bir benzeri ortaya konulamayan en büyük mûcizesidir. Nitekim şöyle buyurmuşlardır:
Hiçbir peygamber yoktur ki, insanların kendisine inanmasına vesîle olacak bir mûcize verilmiş olmasın. Bana verilen en büyük hârika da, Allâhın bana vahyettiği Kurandır.(11)
Cenâb-ı Mevlâ-yi zûl-Celâl, inkârcıların, Kurânın benzeri bir tek sûre bile meydana getiremeyeceklerini şöyle beyan etmiştir:
Eğer kulumuza (Resûlümüz Muhammede) indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin; şayet iddiânızda sâdıksanız, Allahtan gayri şâhitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın.(12)
Aradan 15 asır gibi bir zaman geçmesine rağmen, bu meydan okuma devam etmektedir. İnkârcılardan ise, henüz cevap veren birileri çıkmamış ve bundan sonra da şüphesiz ki çıkmayacaktır.
Ebû Muhammed bin Müslim en-Nahvî (rh.)anlatıyor:
Bir mecliste, Kuranın mûcize olması mevzuunu konuşuyorduk. Aramızda bulunan birisi,
Kurân, dil ve edebiyat bilenler nazarında mûcize değildir. Bunu göstermek için ben üç gün zarfında onun bir sûresine nazîre yazacağım, dedi ve bunu yapmak üzere kalkıp gitti. Üç gün sonra kendisi gelmeyince, biz onu görmeye gittik. Evine girdiğimizde onu, mürekkepli kalemi beyaz kağıt üzerinde tutmuş bir halde, duvara dayanıp ölmüş olarak bulduk.
Cenâb-ı Hak, Kelâm-ı Kadîmine nazîre yapmaya kalkışan bir küstahı böyle cezalandırmış, bunun mümkün olmayacağını ona ve onun gibi düşünenlere bu şekilde göstermiştir.
Diğer semâvî kitaplardan her biri muayyen bir kavme, belli bir zamana mahsus olmak üzere o devrin peygamberlerine verilmişti. O bakımdan geçmiş peygamberlerin peygamberlikleri bu devirde devam etmediği gibi, kitapları da hükümsüzdür. Onlar, kendi zamanlarında peygamber idiler. Kurân-ı Kerim gelmekle hükümleri kalmamıştır. Bugün fiilen peygamber ve kıyâmete kadar da peygamberliği devam edecek olan sadece Resûlüllah (s.a.v.) Efendimizdir. O, nebîlerin ve resûllerin sonuncusudur. Şu anda Kurandan başka semâvî hak bir kitap yoktur. Önceki inen semâvî kitaplar, o peygamberler zamanında hak idi. Ancak Peygamber Efendimizin ve Kurânın gelmesiyle onların hükümleri de sona ermiştir. Bunun böyle olduğuna inanmak gerekir. Hükümleri kalkmış olan, Kurânın dışındaki bu kitapların da hâlen geçerliliğini sürdürdüğünü kabul edip hak olduklarını iddia etmek küfre sebeptir. Kurân-ı Kerim topyekûn insanlık âlemine ve bütün asırlara mahsus olmak üzere peygamberlerin sonuncusu olan Efendimize (s.a.v.) inzâl buyrulmuştur. Ve kıyâmete kadar bütün beşeriyeti bir iman ve İslâm kardeşliği, bir selâmet ve saâdet dairesinde toplanmaya dâvet etmektedir.
NAZMI İLE İBÂDET, MÂNÂSI İLE AMEL EDİLEN KİTAP
Kurân-ı Kerim öyle bir İlâhî kitaptır ki, onun nazmı (lafzı) da mânâsı da Allahtandır. Nazmı ile ibâdet edilir, mânâsı ile amel edilir, böylece Hakkın rızâsı kazanılır. Ona ve herhangi bir âyetine abdestsiz olarak el sürülemez.(13) O, hiçbir kitâba benzemez; mânâsını hiçbir kimse değiştiremez. Nazmının yerine başka bir lafız konulamaz ve hiçbir tercüme de Kuran hükmünü alamaz.
Kurân-ı Kerim, edebî bir mûcizedir; beyan üslûbu, fesâhat ve belâgati (dil ve edebiyat yönünden) eşsizdir. İfadelerinde öyle bir akıcılık vardır ki, Arap lisânında bir benzeri yoktur. Binâenaleyh edebî üstünlüğü münâkaşa götürmez derecede açıktır.
Kurân-ı Kerimin, münkirlerin inkârı ile fazîlet ve şerefinden herhangi bir şey eksilmez. Zaman ve mekânın değişmesiyle o değişmez. Onda tahrif, tağyir ve tebdil (bozma, eksiltme ve değiştirme) aslâ mümkün olmadığı gibi, ilâve de yapılamaz. Bu hususu bizzat Mevlâmız şöyle açıklıyor:
Kitap kendilerine gelince, onlar onu inkâr etmişlerdir; oysa o değerli bir kitaptır. Geçmişte ve gelecekte onu geçersiz kılabilecek (bir güç) yoktur. O hikmet sahibi ve övülmeye lâyık olan Allahtan indirilmiştir."(14)
"Kurânı muhakkak ki biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.(15)
Kurân-ı Kerimin her bir âyeti, Ve innâ lehû lehâfizûn (Elbette onu biz koruyacağız) sırrına sahiptir. Kıyâmete kadar Hz. Mevlânın himâyesi altındadır. Diğer semâvî kitaplarda olduğu gibi değişme ve bozulma ihtimâli yoktur.
Geçmiş milletlere âit en sağlam bilgiler Kurân-ı Kerimdedir. Kezâ gelecekle alâkalı en doğru haberler ondadır. İnsanoğluna hem dünyasını hem âhiretini öğretip, iki cihanda saâdet ve selâmette olması için, yapması ve kaçınması gerekenleri bildiren yegâne kitap odur.
İnsanlığın muhtaç olduğu ve olacağı bütün hükümler ana hatlarıyla Kuranda yer almıştır. Ameller-ibâdetler, hayatın bütün yönleriyle alâkalı ahlâkî esaslar; hukuk, iktisat, idare, âile, kadın ve çocuklarla ilgili hükümler...
Hâsılı, fert ve cemiyetin ihityacı olan bütün temel esaslar Kurân-ı Kerimde mevcuttur; Resûlüllah (s.a.v.) Efendimizin sünnetleri ile de bunların tatbikat şekli ve şartları belirlenmiştir.
Hiçbir kimseden ve hiçbir yerden okuma-yazma öğrenmemiş, ilim tahsili yapmamış bulunan ümmî bir peygambere indirilen bir kitapta, böylesine geniş bilgilerin bulunması, şüphesiz ki onun Allah kelâmı olduğunun en bâriz delilidir.
DİPNOTLAR
(1) Kurân-ı Kerim, Bürûc sûresi, 85/21-22.
(2) Elmalılı, Hak Dini Kuran Dili, Eser Neşriyat, İstanbul, 4, 1012.
(3) Kurân-ı Kerim, Mâide sûresi, 5/44.
(4) Kurân-ı Kerim, Enâm sûresi, 6/91.
(5) Kurân-ı Kerim, Enbiyâ sûresi, 21/105.
(6) Kurân-ı Kerim, Nisâ sûresi, 4/163; İsrâ sûresi, 17/55.
(7) Kurân-ı Kerim, Mâide sûresi, 5/72-73.
(8) Kurân-ı Kerim, Tevbe sûresi, 9/34.
(9) Tevâtür, kelime olarak ağızdan ağıza yayılma, kuvvetli ve yaygın haber demektir. Mütevâtir haber de, yalan üzerine ittifakı düşünülemeyen bir topluluğun verdiği haberdir. (Ömerun-Nesefî, Metnü Akâid, 2)
(10) Kurân-ı Kerim, Şuarâ sûresi, 26/192.
(11) Buhârî, Sahîh, Fezâilül-Kurân, 1.
(12) Kurân-ı Kerim, Bakara sûresi, 2/23.
(13) Ona (o Kitaba) ancak temizlenenler dokunabilir. (Vâkıa sûresi, 79) Âyette geçen kitabın elimizdeki Mushaf olduğunu ifade eden âlimler, Kurânın abdestsiz ele alınamayacağına hükmetmişlerdir. Fakat ezbere okunabilir. Cünüp olan kimse ise, Kurâna el süremediği gibi, ezbere de okuyamaz. Bu mesele fıkhî bir mesele olmasına rağmen, ehemmiyetine binaen bazı âlimler, Abdestsiz olanın Mushafa dokunması haramdır diyerek akâid kitaplarına dahi almışlardır. (İzzüddîn Abdülaziz b. Abdüsselâm es-Sülemî, el-Akâid, Beyrut/Lübnan, 1414/1993, s. 9)
(14) Kurân-ı Kerim, Fussılet sûresi, 41/41-42.
(15) Kurân-ı Kerim, Hıcr sûresi, 15/9.