EHL-İ KİTAP  KİMDİR,BUNDAN NE ANLAMALIYIZ?

Kur'an da bahsedilen ehli kitap kimdir? Bu ifadeden ne anlamamız gerekir?
Konunun anlaşılması için önce bu ifadenin kelime anlamı üzerinde durmak istiyoruz. "Ehl" kelimesi lügatta; Yabancı olmayan, dost, sahip, mensup, evlat, üstad, muktedir anlamına gelmektedir. Ehil kelimesi yanına konulan diğer kelimeye göre anlam kazanmaktadır. Örneğin: "Ehli beyt" dediğimizde evin mensubu, "işin ehli" dediğimizde işini yapmaya muktedir, "Ehli kitap" denilince de kitap sahibi, kitabın dostu veya mensubu olarak o kitaba tabi olan insan veya insanlar anlamına gelmektedir.
İslami manasıda: Allah'ın gönderdiği kitaplara inanan kimse anlamında Müslüman, Yahudi, Hristiyan ve Sabiiler demektir. Kur'an'da muhatap olarak yahud ve nasara alınmakta ise de Ehli kitap bu iki zümreden ibaret değildir. Bu manada müslümanlar ve sabiiler de kitap ehlidir. Hz. Adem (a.s.)'den Hz. Muhammed (a.s.)'a kadar gelip geçen bütün peygamberler ve ümmetleri de ehli kitaptır.
O günün insanlarının da bu ifadeye "kitap sahibi olma" anlamında kullandıklarını görüyoruz.
"Kitap ehli arasında, bir yük altın emanet etsen onu sana ödeyecek dte vardır, bir altın emanet etsen tepesine dikilmedikçe onu sana ödemiyecek de vardır. Bu onların "ümmilere (kitapsızlara) karşı üzerimize bir sorumluluk yoktur" demelerindendir. Onlar bile bile Allah'a karşı yalan söylüyorlar." (3/75)"
Yahudilerin kendi anlayışlarına göre Arapları "kitabı olmayan" manasında ummi olarak isimlendiriyorlardı...
Ehli kitap, mensubiyet manasına genel bir ifade olarak kullanıldığında kitaba mensup olan topluluklar tek tek tasnife tabi tutulmaktadır.
"Mü'minler, yahudiler, sabiiler ve hristiyanlardan Allah'a ve ahiret gününe inanan ve salih amel işleyen kimselere korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir." 15/691
"Mü"minler, yahideler, hristiyanlar ve sabiilerden Allah'a ve ahiret gününe inanıp salih amel işleyenlerin ecirleri Rab'leri katındadır. Artık onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir de." 12/621
Ehli kitap olmak için Allah'ın gönderdiği elçilerden birine tabi olmak yeterli iken, yaptıklarının boşa gitmemesi, Allah katında bir anlam ifade etmesi için ön şart; Allah'a ve ahirete şek ve şirkten arınmış bir imanın sahibi olmak ve salih amel işlemek gerekmektedir.
Allah'ın takdirine göre hangi asırda yaşarsa yaşasın, hangi peygamberin ümmeti olursa olsun kurtuluş için ortak nokta bu üç özelliğine bulunmasıdır. Bu özellik kendisinde bulunmayanlar hüsrana ugraya-caklardır.
Kitap ehli diye bilinenlerin inançları açısından Kur'an şöyle eye alıyor;
Andolsun "Allah üç taneden birisidir" diyenler kafir olmuştur...(5/73)
"Allah çocuk edindi" dediler. Haşa o muhtaç değildir. Göklerde olanlar ve yerde olanlar onundur. Onun çocuğu olduğu konusunda elinizde bir delil yoktur. Allah'a karşı bilmediğinizi mi söylüyorsunuz? De ki; Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa erişemezler."(10/68-69)
Yahudiler "Üzeyr Allah'ın oğludur" dediler. Hristiyanlarda "Mesih Allah'ın oğludur dediler. Bu daha önce inkar edenlerin sözlerine benzeterek ağızlarında geveledikleri sözleridir. Allah canlarını alsın! nasıl da uyduruyorlar.
Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i Rab olarak benimsiyorlar. Oysa kendisinden başka ilah olmayan tek bir ilaha kulluk etmekle emrolunmuşlardı. Allah onların ortak koştuklarından beridir." (9/30-31)
Bu zümre içinde istisna edilen bir grubun varlığını ise yine Kur'an'dan öğreniyoruz.
"Ehli kitabın bir hepsi değildir. Içlerinden istikamet sahibi bir toplulukta vardır ki, gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah'ın ayetlerini okurlar. Onlar Allah'a ve ahiret gününe inanırlar, iyiliği emreder ve kötülükten men ederler, hayırlı işlere koşarlar işte bunlar iyi insanlardır. Onların yaptıkları hiçbir hayır karşılıksız bırakılmayacaktır. Allah takva sahiplerini çok iyi bilir." (3/113-115)
Bu vasıflar Allah'ın müminlerin özellikleri olarak saydıklarıyla bire bir uyuşmaktadır.
"Siz insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz. Iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah'a inanırsınız. Ehli kitapta inansaydı kendileri için çok iyi olurdu. Içlerinde iman edenleer vardır ancak; çoğu yoldan çıkmışlardır." (3/110) Burada yoldan çıkmalarına rağmen ehli kitap olarak nitelendirilmeleri kendilerini böyle isimlendir-dikleri ve de toplum onları bu isimle tandığı içindir. Ayet yoldan çıkanlar olduğunu açıkça ifade eder.
"Insanlar içerisinde iman edenlere düşmanlık edenler bakımından en şiddetli olarak yahudiler ile, Allah'a şirk koşanları bulacaksın. Onlar içinde sevgi bakımından iman edenlere en yakın olarakta "Biz hristiyanlarız" diyenleri bulacaksın.
Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar." (15/82)
Resule indirileni duydukları zaman tanıdıkları gerçekten dolayı gözlerinden yaşlar boşaldığını görürsün. Derler ki "Rabbimiz! iman ettik bizi hakka şahid olanlarla birlikte yaz.
Rabbimizin bizi iyiler arasında katmasını umarken niçin Allah'a ve bize gelen gerçeğe iman etmeyelim"
Söyledikleri bu sözden dolayı Allah onlara içinde temelli kalacakları zemininden ırmaklar akan cennetleri mükafat olarak verdi. Iyi davrananların mükafatı işte budur." (5/83-85)
Bu ayetlerin takdiminden de anlaşıldığı gibi bir toplum tümüyle iyi olmadığı gibi tümüyle kötü de değildir. Içinde azda olsa doğrulara tabi olan insanlar çıkmıştır. Yaşadığımız dünyada insanları bir bütün olarak düşündüğümüzde, yahudisi, hristiyanı ve müslümanıyla ehli kitap olarak Allah'ın kendilerine indirdiği kitaba ne kadar sadakatla bağlıdır? Genelde insanlar hevalarına tabi olmakla birlikte içlerinde hakka tabi olan veya bunun gayretini çeken yok değildir. Ancak bu genelin yanında çok az bir rakamdır. Kur'an indiği dönemde yahudi ve hristiyanları hakka çağrmış ve onların haktan nasıl uzaklaştıklarınıda belirtmiştir. Içlerinden çok az bir istisnayı da vermeyi ihmal etmemiştir. (3/115)
Kur'an'ın o gün ehli kitap için yaptığı uyarılar bu günü yaşayan müslümanlar için de geçerlidir. Tarih boyunca toplumlar aynı bozulmayı gösterdiklerinden, Allah'da aynı tür uyarılarda bulunmuştur. Dün ehli kitap için yapılan uyarılar bu gün bu toplum için de geçerlidir. Çünkü Allah'ın sünnetinde bir değişme söz konusu değlidir. Kim haktan uzaklaşırsa Allah ona aynı çağrıyı yapar ve ve aynı hükmü uygular. Bu nedenle geçmiş kavimleri ve bu günkü uzantılarını suçlayarak, toplumumuz sütten çıkmış ak kaşık olarak görmemiz doğru değlidir. Islam toplumundan her hangi bir zümre geçmiş kavimlerin yaptığı hataları yapacak olursa, Allah indindeki hükmü de aynıdır verilecek cezada.
Bu neden Allah'ı hayata karıştırmayanlar, hayatlarını hevalarına göre düzenleyenler, Allah'ın hükümdarlığını kozmik aleme hasredenler, mistik anlayışlarla şirk'i tevhid gibi göstermeye çalışanlar, dini tarihselliğe feda edenler, yılda bir konsüllerini toplayarak Islam'ı çoğulculukla bağdaştırmaya çalışanlar da bu ümmetin ehli kitabıdır. Bunlar için de Allah'ın hükmünde bir değişme olmayacağına inanıyoruz.
Soru 2: Ehli kitap ile, yeme-içme, komşuluk ve evlenme konusundaki ilişkilerimiz nasıl olmalı? Bunun sınırlarını nasıl tespit edeceğiz?
Cevap: Konuyla ilgili Allah'ın beyanı şöyledir:
Bu gün size temiz ve iyi şeyler helal kılınmıştır.
Kendilerine kitap verilen kimselerin yiyeceği size helal, sizin yiyeceğinizde onlara helaldir.
Mü'min kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz şartıyla, namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helal kılınmıştır. Kim inanmayı kabul etmezse onun ameli boşa gitmiştir. O ahirette ziyana uğrayanlardandır." (5/5)
Buradaki "bizim ve onların yiyeceklerinden" kasdedilen Allah'nın meşru kıldığı yiyecek ve içeceklerdi. Bu şu anlamda değildir.. "Onların yediği herşeyi yemek bize de helal kılınmıştır." böyle anlamaya imkan olamaz. Kur'an içinde çelişki olmayan bir kitaptır. Normalde haram kılınan birşey onların yemeği olunca helal olması mümkün değildir. Temiz ve hela gıdalardan yapılmış yemekleri kastedilmektedir.
Buradan hareketle gelinen bir nokta vardır. Yabancı ülkelerde yaşayan müslümanların et temini konusunda düştükleri sıkıntılı durumu çözmek amacıyla buradaki "onların yemekleri size helal" ibaresini kullanarak; onların kendileri yemek için temin ettikleri eti de bu hükme sokmaktadırlar.
Burada dikkat edilmesi gereken husus şudur: Bu gün halk nazarında ehli kitap olarak görünen fakat laik ve demokratik bir yapı içinde kitapla alakası olmayan bir anlayışın hakim olduğu bir hayat yaşayan, hevasını ilah edinen topluluk vardır. Hayvanlara sözde acıma duygusuyla acı çektirmemek için elektro şok vererek öldürmekte, daha sonra parçalanarak kasaba verilmektedir.. Ehli kitap olanlar ise bunu leş kabul eder. Mesele üzerine Allah'ın adının anılıp anılmaması ile kalmayıp şokla leş haline getirilmektedir. Leş konusunda ki Islamın hükmü ise gayet açıktır. Ancak açlıktan dolayı ölüm tehdidi var ise yenilebilir. Normal bir yemek sofrasında onların yemeği diye yemenin helal olması ise mümkün değildir.
Yabancı kesim, hanelerde kesimin hayvan şoklandıktan sonra kesilip parçalandığı söylenmektedir. Şokun durumunu bilmiyoruz. Eğer hayvan ceryan çarpmış gibi bununla öldürülüp sonra da kesiliyor parçalanıyorsa, bu Islama göre leş hükmündedire. Bu ne kadar temiz gösterilse de yenmesi mümkün değildir. Şok sadece hayvanı felçederek zabdedil-mesini kolaylaşıtırıyor ve ölmeden boğazı kesiliyorsa leş olmaz.
Normal bir kesim işleminde Allah'ın adını anmamak gibi bir kasıt yoksa veya Allah'tan başkası adına kesilmek gibide bir kasıt yoksa kesim esnasında herhangi birşey söylemeden kesilen hayvanın eti yenilebilir kanaatindeyiz. Kasıt olmadan besmelesiz kesilen hayvanın yenilebileceğide Islam fıkıhında kabul edilmektedir. Allah'dan başkası adına kesilen hayvanlarda belli bir amaç ve iddia vardır. Islam'a rağmen Allah'a rağmen ve onun karşısında yer alma söz konusudur. Bu gün kesim yapan yerlerde çalışanların çoğunluğu müslüman ülkelerden gelen işçilerden oluşmakta, ne çalışan işçinin ne de çalıştıran kurumun böyle bir niyetle yapmadığı sadece para kazanma amacıyla bu işi yaptığı da söz konusu olunca. Hiç kimse adına kesilmelen bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle gerçekten hayvan canlı iken boğazı kesiliyorsa yenilebirlir ka
Aslı helal olan gıdaların yenilmesi konusunda herhangi bir sıkıntı yoktur. Müslümanın veya hristiyanların sofrasında olması farketmemektedir. Bu insani ilişkilerin gelişmesi için karşılıklı yapılması gereken bir ikramdır.
Bu bağlamda insani ilişkilerin bir sonucu olarak "Ehli kitap hür, iffetli, gizli dost tutmayan ve zina etmeyen hanımlarıyla mehirlerini vererek evlenmenin" de meşru kılınması, Islam’
ın insani ilişkilere verdiği değeri ortaya koymaktadır.
Burada da dikkat edilmesi gereken hususlar şunlardır: Öncelikle kitap ehli olacak, ataist veya müşrik, veya zani olmayacak. Nur Suresi üçüncü ayetinde şöyle ifade edilmektedir;
Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkasıyla evlenemez. Zina eden bir kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan bir erkek evlenebilir.Bu müminlere haram kılınmıştır. (24/3)
Bu ayetle yukarıdaki “Ehli kitabın namuslu, hür ve iffetli olup zina etmeyen, gizli dost tutmayan hanımlarıyla mehirlerini vererek evlenmek helaldire. Ayetini birleştirdiğimiz zaman, şu sonuçları elde etmek mümkündür.
Kur'an'ın ehli kitaptan kastı şirk içerisinde olanlar değildir. Onlar müşrik olarak adlandırılmaktadır.
Evlenmesi meşru kılınan kadınlarda, aynen tevhide ehli, namusunu koruyan, iffet ve şahsiyet sahibi, müslümanın hanesine ve namusuna ihanet etmeyecek karakterde olan kadınlardır. Yani (3/113) de özellikleri verilen kimselerdir.
Müşrik olan kadınlarla veya erkeklerle evlenmek mü'min erkek ve kadınlara haram kılınmıştır.
(24/3) bu konu önemine binaen müslümanların ençok dikkat etmesi gereken husustur. Gerek kendilerinin gerekse çocuklarının evlendirilmesi esnasında kiminle evlendiklerine bu açıdan dikkat etmeleri gerekir. Yoksa nikahla harama adım atmışlar.
Mevcut evliliklerde de benzeri olaylar yaşanmaktadır. Eşlerden biri din değiştirmiştir. Hevasını ilah edinip kendini Allah'tan müstağni görmeye başlamıştır. Tevbe ve nasihatin kar etmediği takdirde evliliğin yürümesine imkan yoktur. (24/3)
Bizden olmayanlarla ve ehli kitapla komşuluk ilişkilerimize gelince; müslüman bütün insanları Allah'ın dinine çağrılacak bir fert olarak görür, kendi konumunu iyi tespit ederek yerini beliledikten sonra kime ne götüreceğini iyi bilmelidir. Bunun yolu öncelikle dinini Kur'an'dan öğrenerek insanlara Kur'an'la öğüt vermeye çalışmak olmalıdır.
Bulunduğumuz yerde mensubu bulunduğumuz inanç sisteminin müşahhas bir görüntüsü olduğumuzu unutmamalıyız. Bizim davranışlarımız, düşüncelerimiz dışarı yansıyan veya görünen kısmıdır. Bunlardaki güzellik ve çirkinlik şahsımızdan çok, içinde bulunduğumuz inanç sistemine mal edilir. Bu nedenle davranışlarımızla dinimize söz getirmemeye özen göstermeliyiz. Bunun için dinimizi iyi bilmek zorundayız. Bilmeden yapmak, yaşamak mümkün değildir. Peygamberimiz "Çorbanızın suyunu biraz fazla koyun ve komşunuza ikram edin" buyuruyor. Allah Kur'an'da müslümanların sıfatlarını sayarken; Gayba iman ederler, namazı kılarlar, kendilerine verilen rızıktan da infak ederler." buyuruyor.
Muhammed Esed: "Iskenderiye'den Kahire'ye giderken bindiğim trende yolda binen bir köylü çıkınından çıkardığı çörekleri kim olduğunu bilmediği bizlere ikram etti. Müslüman olmamda bu köylünün çöreklerinin payı vardır." diyor. Islamın bu yönünü komşuluk ilişkilerimizde öne çıkartarak ilişkilerimizi iyi bir düzeye getirmeliyiz. Karşılıklı güven ve dostluğu güçlendirmeliyiz. Bilinmeli ki müslümanın elinden ve dilinden kimseye zarar gelmez. Karşılaştığımızda inancımıza aykırı olmayan bir ifade ve davranışla onlara ilgimizi ve alakamızı bildirmeliyiz.
Inancımızdan ve şahsiyetimizden ödün vermemeli, sözümüzde mutlaka durmalıyız ki güvenilen bir insan olduğumuz bilinsin.
Insanlarda tahammül gördükçe ve ortamını kollayarak Allah'ın dinini anlatmaya çalıştığımızda, göreceksiniz ki ilgi duyulan sabırla dinlenilen bir konumda olacaksınız. Bu hususta gayret bizden hidayet ve yardım Allah'tandır.
Gayretlerinizi Allah'ın bereketlendirmesini diliyor; sizleri ona emanet ediyoruz