Bu makale 151 kez okundu.

HADDİ AŞTIN EY ERDOĞAN


Bizleri İslam ile şereflendiren Âlemlerin Rabbi, mülkün sahibi, Şanı yüce Allah’a sonsuz defa hamd olsun.

Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi en başta ölçü ve örnek Rasul Hz. Muhammed’in, ehli Beytinin, güzide Ashabının, İslam ümmetinin ve sizlerin üzerine olsun.

Ey Rabbim, bu tafsilatlı makalemi sabırla sonuna kadar okuyan HER BİR KARDEŞİME, en kısa zamanda rüyasında “Rasulullah (sas) efendimizi” görmeyi nasip eyle kurbanın olayım.. Amin amin amin.

Değerli Müslümanlar ve Davetçi gençler

HAD; (الحدّ ) Arapçada “tekil” olan bir ifadedir. Bunun “çoğulu” ise HUDÛD’ tur.

Sözlükte; masdar olarak “iki şeyin arasını ayırmak”, isim olarak ise “iki şeyin birbirine karışmasını önleyen şey” gibi anlamlarına gelir.

Türkçe karşılığı ise, “Sınır ve Sınırlar” demektir. Mesela HUDÛD BİRLİKLERİ deyiminde kastedilen şey ÜLKE SINIRLARINI KORUYAN ASKERİ BİRLİKLER söz konusu edilmektedir.

HAMAL nedir bilirsiniz.. Az ve öz ifadesi ile “Sırtında bir yük taşıyan” dır hamal.. Keza HAMİLE; Arapça ḥml kökünden gelen ḥamil حامل “taşıyan, yüklü” sözcüğünden türetilmiştir.

Bir “kelime”, bir “lafız” ya da bir “söz” mutlaka; “bir manaya / anlama” hamallık yapar.

Ama unutmamamız gerekir ki; “O lafız ya da kelime, içinde bulunduğu cümlede HANGİ MANAYA hamallık ediyor?” işte bunu iyi ayırt etmemiz lazım.

Yukarıdaki “HUDÛD BİRLİKLERİ” deyiminde, ülke sınırları ile alakalı bir “anlam hamallığı” yaparken, evladına kızan bir annenin; “OĞLUM HADDİNİ AŞTIN..” yada “HADDİNİ AŞMA..” dan kastı elbette ki “terbiye” sınırlarıdır.

Keza buna mukabil annenin, babasına şikayet ettiği oğlu için: “- şu oğluna HADDİNİ BİLDİR efendi..” demesi de terbiye etme babındandır.

Benim unutamadığım şu güzel örneğe de bir bakalım güzel insanlar:

OSMANLI İSLAM DEVLETİ döneminde ecdadımızdan, 63 yaşını geçen ihtiyarlara “YAŞI” sorulduğunda, EŞİNE AZ RASTLANIR bir zarafet ve nezaket içinde; "HADDİ AŞTIK EVLAT" şeklinde bir cevap dile getirirlermiş.

Peki, neden öyle derlermiş biliyor musunuz?

Rasulullah (sas) efendimiz, bildiğiniz üzere 63 yaşında vefat etmiştir. Buna istinaden, YAŞI 63'ü GEÇMİŞ yaşlı amcalar da “Hz. Peygamber'den çok daha fazla yaşadım” diye yaşlarını söylemekten utanır sıkılırlar, sadece tek bir cevap verirlerdi; "HADDİ AŞTIK EVLAT.."

İşte Osmanlıdaki bu incelik bağlamında ben yazıma; “HADDİ AŞTIN EY ERDOĞAN” başlığını koydum.

Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan; 26 Şubat 1954 doğumludur ve bu gün 71 yıl geride kalmış, 72 den de 210-220 gün almıştır. Bu nedenle ben de BİR HATIRLATMA sadedinde; “EY ERDOĞAN SEN DE HADDİ AŞTIN..” dedim.

Yine Devlet Bahçeli, Kemal Kılıçdaroğlu, Bülent Arınç ve Cengiz Çandar 77 yaşı, Ahmet Türk ise 83 yaşı ile “HADDİ AŞAN” siyasi şahsiyetledir.

Sevgili kardeşlerim ve Davetçi gençler

TDV İslam Ansiklopedisi’nde geçen şu “tadımlık bilgiyi” önce sizinle paylaşıp sonra yazıma devam edeceğim inşaAllah.

KUR’AN-I KERİM’ de HUDÛD kelimesi 9 ayette 14 defa geçer; bunların 13’ ünde Allah’a, birinde ise (et-Tevbe 9/97) Allah’ın, “Resulüne indirdiği VAHYE” izâfe edilir (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḥdd” md.)

Bu ayetlerde HUDÛDULLAH tabiri, “öncesinde birtakım hükümler ve mükellefiyetler” belirtildikten sonra, onlara atıfla zikredildiğinden “ayetlerin ifade akışına” bağlı olarak HUDUDULLAH derken, “Allah’ın koyduğu HÜKÜMLER, YASAKLAR, ÖLÇÜLER, SINIRLAR” gibi anlamlar taşır.

Ayetlerin bir kısmında, “Allah’ın koyduğu bu hükümlerin yerine getirilmesi ve iyi muhafaza edilmesi..” (el-Bakara 2/229; et-Tevbe 9/112), bir kısmında da “Allah’ın belirlediği ölçü ve sınırların çiğnenmemesi, onlardan ileriye geçilmemesi..” (el-Bakara 2/229; en-Nisâ 4/14; et-Talâk 65/1) istenir.

HADİSLERDE ise HAD kelimesinin, sözlük anlamını ve örfteki çeşitli kullanımlarını, ayrıca Kur’an’daki geniş muhtevasını da yansıtan bir çeşitlilik ve zenginlikte yer aldığı (meselâ bk. el-Muvaṭṭaʾ, “Ḥudûd”, Müslim, “Ḥudûd”, 8-9; Ebû Dâvûd, “Akzıye”, 14, “Ḥudûd”, 38) çok defa da bu tabirle Kur’an’da belirlenen veya Hz. Peygamber’in takdir ve uygulamasıyla sabit olan “ÇEŞİTLİ CEZAİ MÜEYYİDELERİN..” yahut “BU MÜEYYİDELERİ GEREKTİREN SUÇLARIN..” ifade edildiği görülür (bk. el-Muʿcem, “ḥdd” md.).

Her ne kadar bu son anlamın, Kur’an’daki HUDÛDULLAH tabirinin muhtevasından fazla “bağımsız olmadığı” söylenebilirse de Hadis mecmualarında “KİTABU’L-ḤUDÛD” başlığı altında yer alan ve Hadislerde geçen HAD kelimesiyle genelde “Belirli cezaî müeyyidelerin veya bunlara yol açan suçların..” kastedilmiş olması HADDİN fıkıh literatüründe kazandığı “Terim anlamını” hazırlayıcı bir rol üstlenmiştir.

Muhterem alnı secde izli kardeşlerim

Önce sizlere şu iki ayet mealini arz etmek istiyorum:

“Onlar; günahlarına tevbe eden, ibadetle meşgul olan, hamd eden, oruç tutan, rükû eden, secde eden, iyilik ve güzellikleri teşvik edip yayan, her türlü kötülük ve çirkinliğin önünü almaya çalışan ve Allah’ın koyduğu sınırları (HUDUDULLAH’ı) gözetenlerdir. Rasulüm, sen böyle gerçek müminleri müjdele” (Tevbe suresi 112)

“Kim de Allah’a ve Peygamberi’ne isyan eder ve O’nun sınırlarını (HUDUDULLAH’ı) aşarsa Allah onu, içinde devamlı kalacağı bir ateşe sokar. Onun için zelil ve perişan eden bir azap vardır.” (Nisa suresi 14)

“Niçin bu iki ayeti aynı anda verdim” sanırım tahmin ettiniz. İlk ayette HUDUDULLAH’a hakkı ile uyan ve riayet edenler ve müjdeler söz konusu edilirken, ikinci ayette ise HUDUDULLAH’ı aşan, çiğneyen, tepeleyen hatta yok sayanlar ve onlara kana kana tattırılacak cehennem azabı ile dünya zilleti hatırlatılmakta.

Bir ayet düşünün ki “Aynı lafız ve aynı manalarla” yüce kitabımız Kur’an da 3 defa zikredilmiş. Ayetin Arapça metni şu:

اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰىۘ

(Allah, Musa’ya): “Şimdi Firavun’a git. Çünkü o gerçekten çok azgınlaştı” (buyurdu). (Taha suresi 24, Taha suresi 43 ve Nazirat suresi 17)

Şanı yüce Allah (cc) niçin kitabı Kur’an da “Aynı lafız ve aynı manalarla” bu ayeti “3 defa zikretti” biz bunun hikmetini bilemeyiz.

Ama cümle âlemin bildiği bir hakikat vardır ki;

Firavun sürekli, defalarca HUDUDULLAH’ı çiğneyen, her yeni doğan erkek çocuğunu, bu gün “Gazze katili Yahudilerin” yaptığı gibi “acımasızca ve vahşice katleden” yani HADDİNİ fersah fersah aşmış bir insandı.

Rahmetli şehid inşaAllah Seyyid KUTUB, bu ayetin tefsirinde demiş ki:

O, Firavun’u çok çok iyi tanıyordu. Çünkü onun sarayında büyümüştü. AZGINLIĞINI ve zorbalığını gözleri ile görmüştü. Soydaşlarına ne işkenceler yaptığına, ne ağır cezalar çektirdiğine yakından tanık olmuştu. Çünkü o iyice azıttı, gemiyi azıya aldı, zorbalığını ayrı boyutlara vardırdı.

“Firavuna git çünkü o azdı. Ona de ki: Arınmağa niyetin var mı?”

AZGINLIK; hiç olmaması ve devam etmemesi gereken kötü bir haldir. Tiksindirici bir iştir. Yeryüzünün düzenini bozar. Allah’ın rızasına aykırıdır. O’nun hoşnutsuzluğuna yol açar.

Bu azgınlığı önlemek için yüce Allah “seçkin kullarından birini” seçip görevlendirerek devreye sokmaktadır. Amaç bu kötülüğü durdurmak, bu bozgunculuğu engellemek ve bu azgınlığı durdurmaktır.

Bu gerçekten çok çok tiksindirici bir iştir. Bu nedenle yüce Allah “bizzat kendisi” kullarından birine (ELÇİSİNE) hitap ederek bu AZGIN ADAMA gitmesini, onu bu İşten vazgeçirmesini istemektedir. Böylece hem dünya hem ahiret cezasına çarptırmadan önce Allah onun TÜM MAZERETLERİNİ de ortadan kaldırmaktadır..

Kardeşlerim

Seyyid KUTUP’ un (mekânı cennet olsun) bu açıklamaları bana şu ayeti hatırlattı. Rabbimiz dedi ki:

(Cehenneme vardıklarında): …. Size içinizden, Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bu gününüze kavuşacağınıza dair sizi uyaran ELÇİLER / Resuller gelmedi mi? Onlar da, ‘Evet geldi’ derler.” (Zümer suresi 71)

‘Evet geldi’ diyen nice cehennem ehli, daha dünyadan ayrılmadan ta Hz. Adem (as)’ den, Hz. Muhammed (sas) kadar BU ELÇİLERLE defalarca karşı karşıya oturmuş, yüz yüze konuşmuş ve “Allah’ın tüm emir ve nehiylerini” tanımışlar AMA iman edip, benimsememişlerdi.

Yani her türlü HAD ve HUDUDULLAH’ tan haberdar olmuşlardır da.. Fakat asırlardır, “kıyamete kadar” yaşayacak olan LANETLİ ŞEYTAN sürekli insanları aldatmış, Allah’ın koyduğu tüm HUDUDLARI çiğnetmiş, onları azdırmış, galip gelmiş ve nicelerini cehenneme yolcu etmiştir.

Bu durumdan kimler “müstesna kalmış” biliyor musunuz? Şu ayet onları bize açıkladı:

“Benim ihlâsa ermiş o has kullarım ki, senin onlar üzerinde hiçbir zorlayıcı gücün yoktur. Senin nüfuzun ancak senin peşine takılan azgınlar üzerindedir.” (Hicr suresi 42)

Kardeşlerim, güzel insanlar

Şimdi sizlere HADDİNİ AŞAN ve sürekli olarak HUDUDULLAH’ı çiğneyenlerden bazı örnekler vermek istiyorum:

BİRİNCİ ÖRNEK:

Biliyorsunuz İslam coğrafyalarından birisi olan Mısır’da, Devlet başkanlığını katil Abdulfettah el SİSİ’ nin yaptığı MISIR ARAP CUMHURİYETİ isimli bir devlet vardır.

Bu zalim ve zorba devlet ve Firavun’un akide kardeşi SİSİ, İslam’a tamamen zıt olan “Demokratik, Laik, tam kapitalist bir Cumhuriyet” akidesine, hayat nizamıne ve Devlet düzenine iman etmiş, canı gönülden benimsemiş ve dahi yıllardır uygulamaktadır.

Bir zamanlar Mısır halkına; “Allah’ın gönderdiği büyük kurtarıcı..” olarak lanse edilen bir asker vardı. Adı; Cemal ABDUNNASIR.. O da gardaşı SİSİ gibi “laiklik ve Demokrasi” hayranı olmasına rağmen bir “Kurtarıcı..” ilan edildiği için, onun ilke ve inkılapları “CEMALİZM” adıyla onlarca yıl Müslüman Mısır halkına dayatıldı.

Sonuçta batı kültürü, medeniyeti ve hadaratı temelli CEMALİZM, insan aklının ürünü akide ve nizamların savunucusu ve tatbik edicisi olduğu için, HUDUDULLAH’a tamamen zıttır, küfürdür, isyandır. Bir “Zulüm Üretme Fabrikasıdır..” adeta..

Keza, her gün “kendi kafalarına göre” yeni yeni Anayasa ve kanunlar çıkaran MISIR ARAP CUMHURİYETİ “Büyük Millet Meclisi” de HUDUDULLAH’ı tepelemekle kalmayıp, Allah’a ve Rasulüne meydan okuyan bir meclistir.

Bu nedenledir ki; “kendisinde biraz İslam’dan kırpıntılar bulunan, kürsülerde Kur’an ve Sünnet diye haykıran” ama yine de “Demokrasiyi amaç değil araç ediniyorum..” diyen Muhammed MURSİ’ yi alaşağı etmişler, kendisini ve binlerce taraftarını katletmiştir katil SİSİ ve Mısır devleti.

Lanet olsun zalim ve tağutların Laik küfür düzenlerine, Lanet olsun katil SİSİ’ ye..

İKİNCİ ÖRNEK:

Şanı yüce Allah (cc) adına İNSAN (ey insanlar) dediği mahlûkat için Resuller ve bu elçilere VAHİY yoluyla bir takım emirler ile nehiyler gönderdi. Bunların az ve öz ifadesi RİSALET’ tir. Diğer bir ifadeyle HUDUDULLAH’tır.

Bu elçiler yani Rasuller, Allah’ın ortaya koyduğu HUDUDLARI pratik uygulamaları ile bize gösteren, uygulayan ve öğretenlerdir.

İşte bu cümleden olmak üzere bizzat Hz. Muhammed (sas) efendimizden öğrendiğimiz CİHAD FIKHI; bize yeni “Feth edilen arazilerin hükmü”, bunlar hakkındaki Allah’ın kanunları ve tüm ince detayları ile bir yol haritası koymakta.

Rasulullah (sas) efendimizin vefatı sonrası Devlet yönetimine gelen “Hulafai Raşidin” dönemi Halifeleri yani Devlet Başkanlarımız da bu yol haritası üzere hareket etmişlerdir.

Bu cümleden olmak üzere Halifemiz Hz. Ömer (ra)’in İslam Devlet başkanlığı döneminde KUDÜS şehri feth edildi ve onun “Kıyamete kadar” Müslümanlara ait bir şehir olduğu ilan edildi.

Çünkü Hz. Muhammed (sas) Rabbinden aldığı vahyin / Cihad Fıkhının / HUDUDULLAH’ın böyle olduğunu onlara böyle öğretmiş, onlarda buna istinaden “Kudüs, kıyamete kadar İslam şehridir ve Müslümanların mülkiyetidir..” demişlerdi.

Şimdi bazı horozlar çıkmış; “Başkenti Doğu Kudüs olan cart curt devleti..” diyorlar..

Dur bakalım arkadaş.. Batı Kudüs kimin?

Sen; zımnen neyi itiraf ettiğinin, neyi kabul ettiğinin, Müslümanlara neyi dayattığının ve daha da önemlisi HUDUDULLAH’ı tepellediğinin, çiğnediğinin farkında mısın?

Sen kimsin ya?

Bu demektir ki; Doğu İstanbul ve Batı İstanbul’a EVET.. Doğu Mekke ve Batı Mekke’ ye EVET.. Doğu Kerkük, Doğu Diyarbakır ve Batı Kerkük, Batı Diyarbakır’a EVET.. Bu ne menem bir iştir?

Sen; 11 Aralık 1917 günü Kudüs’e giren ve işgal eden, onbinlerce Müslümanı kılıçtan geçiren, SALAHADDİN EYYUBİ’nin kabri başına dilip;

“- Kalk ey Salahaddin bak biz geldik,. Sen Kudüs’ü Hıristiyanlardan geri aldın ama bak, biz tekrar döndük..” diyerek tekmeler atan İngiliz komutan KATİL Lord Edmund Allenby’nin devleti İNGİLTERE’ nin dediğini AYNEN diyensin.

Unuttun mu; İngiltere Başbakanı nın da Eylül 2025 sonuna kadar “Başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin Devletini tanıdığımızı ilan edeceğiz..” dediğini?

Ne fark var, kafir ve katil İngiltere ile senin aranda? Onun tabii ki HUDUDULLAH diye bir derdi yok. Peki, sana ne oluyor arkadaş?

Ben sadece sana iki hatırlatmada bulunayım:

“Ben onlara sadece MÜHLET / bir süre veriyorum. Şüphe yok ki, benim tuzağım metin/çetindir.” (Kalem suresi 45)

“Zalimler ise nasıl bir inkılâba uğrayıp hangi dönüşümle DEVRİLECEKLERİNİ çok yakında bileceklerdir.” (Şu’ara suresi 227)

ÜÇÜNCÜ ÖRNEK:

Üniversite öğrencisi yüzü tertemiz, ehli takva bir genç ile tanıştım. Sohbet arasında Hukuk Fakültesinde okuduğunu, meslek olarak ta “Hâkim olmak” istediğini söyledi. “Sana bir soru sorabilir miyim..” dedim.. “Tabii ki buyurun amca..” dedi:

“Bir hakim olarak karşına, kasten para için cinayet işleyen, bunu itiraf da eden, hatta bizzat görenlerin de olduğu bir katil getirdiler.. Ne HÜKÜM VE KARAR vereceksin?”

Dedi ki: “Türk ceza kanunu (TCK) ve ilgili cinayet hükmüne göre ancak AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET HAPİS cezası verebilirim. Çünkü artık İDAM cezası kaldırıldı..”

Dedim ki; Kur’an da geçen şu ayete:

“Ey iman edenler, (haksız yere ve kasten) Katledilip öldürülen kimseler hakkında size kısas (misliyle cezalandırma ve idam etme) farz kılındı..” (Bakara suresi 178) Yani bu hüküm bir HUDUDULLAH’ tır, Allah’ın emrettiği bir cezadır.

Şimdi sen bir “hâkim bey” olarak hangisini tatbik edeceksin?

Genç bir an durdu, düşündü, yutkundu ve “Mecburen TCK’ nın ilgili maddesini tatbik edeceğim..”

Dedim: “Ama bak şanı yüce Allah (cc) Maide suresi 45. ayetinde; Her kim Allah’ın indirdiği ile (ve emrettiği şekilde) HÜKÜM VE KARAR vermez ise işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” diyor.

Bu durumda sen Allah’ın bir emrini, bir kanununu yani HUDUDULLAH’ı kale almamış, uygulamamış, muhalefet etmiş ve Rabbini kızdırmış yani HADDİNİ ÇOK ÇOK AŞMIŞ bir insan olmuyor musun?

Ve sen bu işi yaparken “bir maaş karşılığında” yapıyor, maişetini bu yolla sağlıyorsun. Bu parayı kazanırken neler neler kaybettiğinin farkında mısın? Bak HUDUDULLAH’ı çiğnemen, seni ne gibi şeylerden mahrum ediyor ve seni nereye sürüklüyor..

DÖRDÜNCÜ ÖRNEK:

Kardeşlerim malumunuz içinde yaşamakta olduğumuz Laik Devlet düzeninin bir de BANKALAR KANUNU isimli mevzuatı var.

Hemen hemen tüm bankalar (en başta da Devlet bankaları), bu mevzuat ve kanunlara uygun olarak, isteyen müşterilerine ev, araba, arazi, tarım, besicilik, imalat, tüketim vs. konularında bol bol KREDİ vermekte.

Bu bankaları ayakta tutan en büyük gelir kaynağı ise müşterilerinden tahsil ettiği FAİZ’ lerdir biliyorsunuz. Arapçası ise RİBA (الربَا)’dır.

Çok çok basit bir benzetme ile “FAİZ nedir?” sorusuna cevap verelim: Ev hali, acil bir ihtiyaç için komşudan 6 tane yumurta istediniz. O da “var veririm AMA..” dedi..

Merak edip sordunuz; “- AMA’ sı da ne?” Dedi ki; “- 7 tane olarak iade edersen vereyim..” İşte burada talep edilen ya da iade edilirken ödenen 1 adet FAZLALIK yumurtanın adı FAİZ’ dir.

İşte bu FAZLALIĞI talep etmek ve ödemeyi kabul etmek de HUDUDU çiğnemek, Allah’ın kanunun tepelemek, Rabbine ASİ olmaktır.

HUDUDLARIMIZI çizen ve belirleyen şanı yüce Allah (cc) yüce kitabı Kur’an da dedi ki;

“O Yahudilerin zulümleri, birçok kimseleri Allah yolundan çevirmeleri, kendilerine yasaklanan FAİZİ ALMALARI ve haksız yere insanların mallarını yemeleri sebebiyledir ki…. acı bir azap hazırladık.” (Nisa suresi 160-161)

Keza İslam risaletini en mükemmel şekilde uygulayan, kıyamete kadar gelecek Müslümanlara en güzel örnek ve ölçü olan Rasulullah (sas) efendimizin güzide sahabesi İbni Mes'ud (ra) şöyle dedi:

“Rasulullah (sas) FAİZ ALANA da VERENE de lânet etti..” (Müslim,  Müsâkât 105-106; Tirmizî, Büyû’ 2)

Bilal-i Habeşi (ra), Allah Rasulüʼne güzel bir hurma götürür. Efendimiz (sas);

“‒ Bunu nereden buldun?” diye sorunca Bilal (ra) da;

“‒ Bizde âdi hurma vardı. Rasulullah (sas)` in yemesi için ondan 2 ölçek vererek bundan 1 ölçek satın aldık..” der. Bunun üzerine Rasulullah (sas);

“‒ Eyvah, bu ribânın / FAİZİN ta kendisi, sakın öyle yapma. Şayet iyi hurma satın almak istersen, önce elindekini ayrıca sat, sonra da onun parasıyla git iyi hurmayı satın al..” buyurur. (Müslim, Musâkât, 96)

Rasulullah (sav), FAİZ yiyenlerin ahiretteki cezalarını gösteren bir hadis-i şeriflerinde şöyle dedi:

“Miraç gecesi, bir kısım insanlara uğradım ki, karınları evler gibi iri idi. Karınlarının içi yılanlarla doluydu ve bunlar dışardan görünüyordu. Ben: Ey Cibril, bunlar kimlerdir? diye sordum. Dedi ki; Bunlar FAİZ yiyenlerdir..” (İbn-i Mâce, Ticârât, 58)

Faiz ödeyen ve faiz yiyenlerle ilgili ayet ve hadisler, FAİZ konusunun da HUDUDULLAH içine girdiğini, HADDİ aşanların ne gibi azaplara düçar olacağını bize açıkça göstermektedir.

Değeli Müslümanlar ve Davetçi gençler

Rabbimizin belirlediği yüzlerce hudud ve bunların “insanlar tarafından nasıl çiğnendiği” ile ilgili daha birçok örnekler verilebilir ama ben verilen 4 örneğin, konunun esasını anlatmada yeterli olduğunu düşünüyorum.

Hastaya ya da hastalığa “Doğru bir teşhis” koyan doktor, şayet “Tedavisi ve bunun metodu hakkında da” hastaya FİKREN ve FİİLEN yardımcı olmuyor ve “Çözümün değil, problemin bir parçası” olmayı tercih ediyorsa, ona DOKTOR denilemez.

Zaten hastaların çoğunluğu; ne zaman hastalandığını, yaşadıklarını, hastalık alamet ve tezahürlerini enine boyuna anlatıyor ve Doktora “bir çözüm, bir çare için” gidiyor değil mi?

Şu ana kadar bende yukarıda uzun uzun HUDUDULLAH’ın ne olduğunu, neden ve nasıl çiğnendiğini birkaç örnekle de olsa anlattım yani TEŞHİSİ doğru bir şekilde ortaya koydum elhamdülillah..

Peki, burada sorumluluğum bitti mi?

Elbette ki hayır.. Bilakis, “bundan çok çok daha büyük ve yeni” bir SORUMLULUK SÜRECİM başlamış oldu.

Eleştiriyi herkes yapıyor, herkes “vurun abalıya..” misali birbirini yerden yere vuruyor AMA köklü ve doğru dönüşüm ve değişimi sağlayacak ASIL ÇÖZÜM yani Rabbimizin razı olacağı o mükemmel ÇÖZÜM nedir?

Nihai doğru çözümü ortaya koymada; ”bireyi değiştirme” ya da “aileyi ve toplumu değiştirmede” farklı metot ve üsluplar söz konusudur.

BİREYİ DEĞİŞTİRME & TOPLUMU DEĞİŞTİRME:

Büyük Devlet adamı ve âlim Şeyh Takıyyuddin en NEBHANİ (mekânı cennet olsun) İSLAM NİZAMI isimli kitabının giriş kısmında demiştir ki;

“Eşya hakkındaki MEFHUMLARI ortaya koyan ve onları yerleştiren ancak FİKİRDİR. Her insan, davranışlarını “HAYAT HAKKINDAKİ MEFHUMLARINA GÖRE” düzenler.”

Şeyh NEBHANİ, insan davranışları arkasındaki İTİCİ ANA UNSURUN, “Mefhum” olduğu gerçeğini ortaya koyduktan sonra yazısının devamında, “İnsan davranışındaki köklü değişimin” nasıl olacağı konusunda “berrak bir açıklama” yaparak diyor ki:

Bir insanın, SEVDİĞİ ŞAHIS HAKKINDAKİ MEFHUMU ona karşı davranışını belirler. Bu davranışı, SEVMEDİĞİ VE NEFRET MEFHUMLARINA SAHİP OLDUĞU diğer bir şahsa olan davranışından başkadır.

Her iki davranışı da HİÇ TANIMADIĞI VE HAKKINDA HİÇBİR MEFHUMA SAHİP OLMADIĞI üçüncü bir şahsa karşı olan davranışından çok daha farklıdır.

Şu halde İNSANIN DAVRANIŞLARI mefhumlarına bağlıdır. İnsanın DÜŞÜK DAVRANIŞINI DEĞİŞTİRİP seçkin bir davranış hâline getirmek istediğimizde öncelikle ONUN MEFHUMLARINI DEĞİŞTİRMEMİZ gereklidir.

Şeyh Takıyyuddin en NEBHANİ, bu izahları akabinde Rabbimiz insan davranışları ile ilgili “Kıyamete kadar baki olan şu hükmünü” bir ayet ile de ortaya koymuş:

“Bir kavim (İnsanlar) KENDİ NEFİSLERİNDEKİNİ DEĞİŞTİRMEDİKÇE Allah da asla onların halini değiştirmez..” (Rad suresi 11)

Bu ayete benzer bir ayette şudur:

“Allah, bir kavme (topluluğa) lütfettiği nimetini, ONLAR KENDİLERİNİ DEĞİŞTİRMEDİKÇE asla değiştirmez ve Allah her şeyi işitip bilmektedir..” (Enfal suresi 53)

Bu iki ayette ayrı ayrı zikredilen, “KENDİ NEFİSLERİNDEKİNİ ya da KENDİLERİNİ DEĞİŞTİRMEDİKÇE” ifadelerinden kastedilen şey;

“Bu toplumun ya da kavmin; zulümden adalete, yalandan gerçeğe, eğriden doğruya, kötülükten iyiliğe, inkârdan imana, kısacası İSLAM DIŞI bir yaşamdan, İSLAMİ bir yaşama geçip kendilerini DEĞİŞTİRMEDİKÇE..” dir.

Canım kardeşlerim ve Davetçi gençler

Yukarıdaki Rad suresi ve Enfal suresi ayetleri ile şanı yüce Allah’ın (cc) istediği DEĞİŞİM; elbette ki “kendisinin, muhteva olarak Kur’an ve Sünnette ortaya koyduğu HUDUDULLAH’ı ilgilendiren TÜM MUHALİF FİKİR ve AMELLERİ terk etmeleri” ile alakalı köklü değişimlerdir.

Buraya kadar olan bölümde “Mefhumlarla bağlantılı” olarak “BİR FERDİN nasıl değişeceği ya da değiştirileceği” anlatılmış oldu elhamdülillah.

Şimdi de; “BİR TOPLUMUN değiştirilmesi ve onların tekrar toplumsal boyutta HUDUDULLAH ÇİZGİSİNE nasıl getirileceği” konusuna gelelim:

Bu hususun da yine ÖRNEK VE ÖLÇÜ Rasul Hz. Muhammed’ in (sas) yaptığı gibi İSLAM AKİDESİ ile bir bağ kurularak izah edilmesi, “hem bir farzın yerine getirilmesi, hem Allah’ın nusretine layık olunması, hem de zafere ulaşılabilmesi” için “Olmazsa asla olmaz..” bir zarurettir.

Çünkü ayette; “Allah Rasulü’nde sizin için; Allah’a ve ahirete kavuşmayı uman ve Allah’ı çok çok zikreden kimseler için her bakımdan UYULMASI GEREKEN mükemmel BİR ÖRNEK vardır...” (Azhab suresi 21) diyor.

Rasulullah (sas) efendimizin tüm insanları “HUDUDULLAH’ a nasıl boyun eğdirdiğini” ortaya koymadan önce sizlere ibretlik kısa bir hikâye anlatmak istiyorum.

Hikâyemiz şu:

Eski tarihlerde, yol kesen, adam soyan yani dağlarda EŞKİYALIK YAPAN bir adam varmış.

Bu deli dolu adamdan herkes çok korkarken, avradı da kocasından çok çok korkar, karşısında tir tir titrer, bir dediğini iki etmezmiş..

Gel zaman git zaman bu adam İslami bir cemaat ile tanışmış, onlardan dinini öğrenmeye, ibadet üstüne ibadetler yapmaya ve Allah’tan çok korkmaya başlamış.

O astığı astık, kestiği kestik, deli dolu adam yerine, halim selim lokum gibi adam gelmiş..

Gelmesine gelmişte, bu süreçte avradında da OLUMSUZ bir haller olmaya başlamış.

Yani karşısında tir tir titrediği, korktuğu, bir dediğini iki etmediği kocasına karşı, söz dinlememeler, itaatsizlikler, çemkirmeler almış gitmiş. Neredeyse adamı dövecek..

Bir süre sonra adam hanımını yanına çağırmış, karşısına oturtmuş ve demiş ki;

“Ula avrad.. Ben deli dolu iken, eşkıya iken, Allah’tan hiçççç korkmaz iken vallahi sen BENDEN ÇOK ÇOK KORKUYORDUN.. Şimdi ise ben ALLAH’ TAN ÇOK ÇOK korkmaya başladım ama görüyorum ki SEN ARTIK BENDEN HİÇ Mİ HİÇ KORKMAZ OLDUN.. Bu nedir yahu?

Evet, bu nedir ey Müslümanlar?

Bu; aile içi büyük bir OTORİTE boşluğudur.. Otorite boşluğunda, eline iyi bir fırsat geçtiğini düşünenler yada sananlar, başlarlar hemen cirit atmaya, başlarlar talana, yağmaya..

Şanlı tarihimize baktığımızda, İslam akidesi temeline dayanan ve Medine’de kurulan İSLAM DEVLETİ, pratik uygulaması ile bizlere şu CAN ALICI NOKTAYI öğretti:

İslami bir toplumda İSLAM NİZAMININ yürütülebilmesi iki şeye dayanır:

BİR: Allah Korkusu

İKİ: Devlet Otoritesi

Allah’tan hakkıyla korkan, kulluk şuuru içinde AHİRET HAYATINI kazanmak isteyen her mümin ve mümine, bu fani DÜNYA HAYATINDA İslam kanunlarına göre giyinir, yer, içer, ticaret yapar, çalışır, üretir, tüketir vs..

Ama bir de bunun yanında, İSLAMİ BİR TOPLUMDA BİLE, Allah’tan korkmayan, fasıklar ya da münafıklar da İLLAKİ olacaktır, tarih boyunca da olmuştur.

Hiç düşündünüz mü “MÜNAFİKUN SURESİ” niçin Mekke’ de değil de Medine de indi?

Şayet “Siyasi bir tefekkür ile” vakıaları okursanız, cevabına kolay ulaşırsınız.. Ama ben yine de hemen cevabını söyleyeyim:

“Allah’ın nusreti, Rasulullah (sas) ve Ashabının olağanüstü siyasi gayretleri ile Medine’de Allah’ın farz kere farz kıldığı, o muhteşem İSLAM DEVLETİ kuruldu.

Yani Müslümanlar DEVLET OTORİTESİNE bu vesileyle sahip oldular. Büyük bir güç ve kuvvet elde ettiler.

Bunu gören ve bu muhteşem güç ve kuvvetten çekinen, korkan nice insanlar; MÜSLÜMAN OLMADIKLARI HALDE, başladılar “Biz de Müslümanız..” demeye, Müslümanlara yalakalık yapmaya..

Sadece yalakalıkla kalmadılar, Yahudi ve Hristiyanlar ile işbirliği içinde, İslam Devleti ve Müslümanlar aleyhine oyun be tuzaklar kurmaya da başladılar.

Bu durumu bilen Rabbimiz, “MÜNAFİKUN SURESİ” ni göndererek adeta Müslümanların eline “Münafık Belirler” bir şablon verdi, tüm özelliklerini saydı, onları deşifre etti.

Peki, niçin Mekke’de değil de Medine’ de indi “MÜNAFİKUN SURESİ” diye ikinci bir soru soralım.. Bu ikinci soruya verilecek cevap; Mekke’ de bir tane bile Münafık yoktu elhamdülillah..

Çünkü Mekke’ de Müslüman olmak, başta canını olmak üzere, bir çok şeyini kaybetmek demekti..

Şimdi gelelim günümüze kardeşlerim

İçinde bulunduğumuz şu 21. Yüzyılda, sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada büyük bir İSLAM OTORİTESİ boşluğu ve yokluğu vardır.

İşte bu nedenle, Gazze katliamlarından tutunda,  Göbeği açık mini şortlu dişilerin ve kişilerin bol bol cirit atmasına, meyhanelerin ve kerhanelerin full dolu olmasına, kadın cinayetlerine, esrar, eroin ve uyuşturucu ticaretine kadar olan her bir şey, İSLAM OTORİTESİ boşluğundan yani yokluğundandır.

Şimdi gelelim “ÇARE, ÇÖZÜM NE Bekir amca.?” soruna yiğidim.

“Doğru ve köklü” tek bir çözüm; “Olabildiğince en kısa zamanda İslam’ın, tekrar İSLAMİ BİR DEVLET eliyle arz üzerinde yeniden HÂKİM, HAKEM ve HÜKÜMRAN kılınmasıdır ki böylelikle, yeryüzündeki tüm küfür nizamları ve küfür devletlerinden başta Müslümanlar olmak üzere tüm insanlık kurtulmuş olsun.

Sana çok çok basit bir örnek vereyim:

İslam’a göre; İSLAM DEVLETİ’ nin iktidarda olduğu bir toplumda, ister Müslüman olsun, isterse gâvur olsun, hiçbir kadın asla ve kat’a SOKAKLARDA, CADDELERDE yani şehrin içinde TESETTÜRSÜZ dışarıya çıkamaz.

Müslüman kadın için HARAMDIR, yasaktır.. Aynı yasak, gavur kadınları için de geçerlidir..

Çıkarsa ne olur? Ona İslam’ın emrettiği HAD yani CEZA uygulanır..

Bu nedenle, arz üzerinde ya da Türkiye özelinde İSLAM; devlet eliyle HÂKİM ve HÜKÜMRAN olduğu andan itibaren sokak ve caddelerimizde inşaAllah, “Saçının bir tek telini ya da Vücudunun bir tek tenini” gösteren hiç bir kadın kalmayacaktır. Müslüman olmayanlar kadınlar da buna dâhildir..

Canım kardeşlerim ve Davetçi gençler

Bakın; 63 yaşını geçmiş dedemin “Hz. Peygamber'den çok daha fazla yaşadım” diye yaşını söylemekten utanıp sıkılıp bana; "HADDİ AŞTIK EVLAT.." demesi bize neler söyletti neler..

Bunları dile getirirken bir kusurum, bir hatam oldu ise affola.. Ama bunları yazmaz, çizmez ve anlatmaz isek “yeni yetişen nesiller” İslam’dan nasıl haberdar olacaklar değil mi?

O halde durmak yok, kararlılıkla yola ve şanlı mücadeleye devam..

“Ey Rabbim, bu makalemi okuyan, anlayan, benimseyen ve paylaşan tüm Müslümanlara, son nefeslerine kadar şahit, son nefeslerinde de o müjdelenen İSLAMİ DEVLET de şehit olmayı nasip eyle..”

Sevgi, saygı ve muhabbetlerimle

Bekir Yetginbal – 18 Eylül 2025


@öne çıkar